Moğol hükümdarı Cengiz Han, tarih sahnesinde önemli bir stratejik hamlede bulunarak, kendilerine karşı zafer kazanma efsanesini sarsacak bir taktik geliştirdi.
Bu taktik, hem Celaleddin Harezmşah'a karşı temkinli bir yaklaşımı içeriyordu, çünkü Harezmşahlarla Anadolu Selçuklu Devleti arasında olası bir ittifakın önüne geçmek istiyordu.
Aynı zamanda, doğrudan taarruz etmekten kaçındığı Anadolu Selçuklu Devleti'ni en güçlü dönemindeki durumunda rahatsız etmek için askerlerine Harezm kıyafetleri giydirmeyi içeriyordu.
Bu stratejik oyun, Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat'ın gözünde Harezmşahları suçlu gösterme amacını taşıyordu.
Cengiz Han'ın askerleri, Harezm kıyafetleriyle donanarak Selçuklu şehirlerini istila ve talan ettiler. Ancak, gerçekte bu saldırılar Harezmşahlar tarafından gerçekleştirilmemişti.
Celaleddin, bu durumu Sultan Keykubat'a bildiren mektuplar gönderdi, ancak Sultan, Harezmşahların sorumlu olduğunu düşünmeye devam etti.
Cengiz Han'ın bu hilesi, iki Türk Devleti arasında bir husumet yaratmayı başardı. Bu husumet, daha sonra Ahlat Kalesi meselesi ve Yassı Çemen Savaşı gibi olayların temel nedenlerinden biri haline geldi (1227).
Anadolu Selçukluları'nın eski Ahlat Valisi Hacip Ali, Harezmşahlar tarafından ele geçirilen Ahlat Kalesi'ni geri almak için kararlı bir adım attı ve başarılı bir şekilde kaleyi geri aldı.
Ancak, Harezmşah hükümdarı Celalettin, bu duruma karşılık olarak Ahlat Kalesi'ni kuşattı. Ahlat Valisi Hacip Ali, Selçuklu Hükümdarı Keykubat ile iyi ilişkiler kurmuştu ve kuşatmanın kaldırılması için Celalettin'e talepte bulundu.
Sultan Keykubat, Hacip Ali'nin talebi üzerine Celalettin'e kuşatmayı kaldırması çağrısında bulundu. Celalettin, kalenin zaten kendisine ait olduğunu ve Hacip Ali'nin kaleyi iade etmesi gerektiğini savunsa da, Sultan Keykubat, Celalettin'in taleplerini umursamadan Ahlat Kalesi'nin kuşatılmasının tamamen kaldırılmasını talep etti.
Bu talep, Yassı Çemen Savaşı'na sebep olan bir husumetin fitilini ateşledi.
Alaettin Keykubat ile Harezmşah hükümdarı Celalettin arasındaki artan husumet, Ahlat Kalesi meselesi etrafında tehdit içeren mektuplaşmalarla doruk noktasına ulaştı.
Bunun üzerine Sultan Keykubat, Harezmşah tehdidini ortadan kaldırmak amacıyla ordusunun başına geçerek Erzincan'a sefere çıktı. Celalettin Harezmşah, Selçuklu taarruzuna hazırlandı ve iki taraf, Erzincan yakınlarındaki Yassı Çemen ovasında karşı karşıya geldi.
Harezmşahlar, Moğol istilalarıyla zayıflamış durumda olmalarına rağmen, Türk ve Müslüman oldukları için Anadolu Selçukluları ile savaşmaktan kaçınıyorlardı.
Ancak, Anadolu Selçuklu Devleti en parlak dönemini yaşıyordu ve 1230 yılında gerçekleşen Yassı Çemen Savaşı, Harezmşah Hükümdarı Celalettin Harezm için ağır bir mağlubiyetle sonuçlandı.
Savaşın ardından Celalettin Harezm, düşmanlarından ve kendi askerlerinden kaçmak zorunda kaldı. Ancak, kaçış yolunda atlı hırsızlar tarafından öldürüldü.
Yassı Çemen Savaşı'nın ardından Harezmşahlar Devleti tamamen çökmüş, Anadolu Selçuklu Devleti ise sınırlarını genişleterek Ahlat, Bitlis, Van, Malazgirt ve Tiflis'e kadar ulaşmıştı. Ancak, bu zafer, Moğollarla karşı karşıya gelmelerine yol açmıştı.
Moğollar, Harezmşahlar Devleti'ni ortadan kaldırdıktan sonra, Yassı Çemen Savaşı'ndan 13 yıl sonra gerçekleşen Kösedağ Savaşı ile Anadolu'ya giriş yaparak Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılma sürecini başlattılar.
Selçuklu-Harezmşahlar ilişkilerinin önemli bir yönü, Moğol hükümdarı Cengiz Han'ın beşinci kol faaliyetleriyle iki Türk ve Müslüman devlet arasına nifak sokmasıdır.,
Harezmşahlar Devleti'nin İç Anadolu'dan sürülmesi sonrasında, devlet adamları ve soyluları aslında Anadolu Selçuklu Devleti'nin himayesi altına girmek amacıyla Anadolu'ya gitmişlerdi.
Ancak, Moğol istilalarının yol açtığı düşmanlık nedeniyle bu güç birliği gerçekleşemedi.
Anadolu Selçuklu Devleti ile Harezmşahlar Devleti'nin güç birliği yapması, Moğol istilalarının Anadolu'ya ilerlemesini engelleyebilirdi ve bölgedeki tarih üzerinde önemli etkiler yaratabilirdi.
Ancak, Moğolların bu iki Türk devleti arasına soktuğu düşmanlık, Moğol istilalarının Anadolu'ya ulaşmasını sağlayan önemli bir faktör olarak öne çıkmaktadır.