Emin Alper şu sıralar birbirinin zıddı duyguları aynı anda yaşıyor, muhtemelen memleketin tamamı gibi. Bir yandan son filmi “Kurak Günler”in festivallerde ve Avrupa Film Ödülleri’nde aldığı ödül ve övgülerin mutluluğunu yaşarken bir yandan da tüm bu başarıların tadını çıkaramayacak denli sıkıntılı gelişmelerin yarattığı bir hoşnutsuzluk hissiyle boğuşuyor. Hoşnutsuzluk belki de çok hafif kaldı, düpedüz bunalmış olmalı zira en son gelen haberler, filmi için aldığı Kültür Bakanlığı desteğinin geri istendiği yönünde.
- “Kurak Günler” memlekete dair birçok meseleye eğiliyor ve bunu bir linç vakasını merkeze oturtarak yapıyor. Bu linç kültürü Türkiye’de birileri tarafından özellikle körüklenen, bir tür “siyasi” taktik olarak kullanılan bir olgu mu?
Evet. Tekil örneklerde böyle olup olmadığını iddia etmek için delil gerekir tabii ama genel anlamda linç kültürünün siyasilerin kışkırttığı rahatlıkla söylenebilir. Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimini çok iyi hatırlıyoruz. En yetkili ağızlardan günlerce, haftalarca propaganda yapılmıştı. Dolayısıyla bu tip linçlerin zeminini hazırlayan, hem sosyal medya linçlerinin hem de bizzat somut gerçekleşen linçlerin zeminini hazırlayan en tepeden, en yetkili ağızlardan, medya organları aracılığıyla sürekli yapılan bir propaganda ve kışkırtma var. Hele hele seçim atmosferine girildiği zaman bunlar daha da mübah görülüyor.
- Filmde ciddi bir linç meselesi var ve çok karanlık bir geceyi anlatmanın yanı sıra umudu yeşerten güzel bir finali var filmin. Bu final aslında o karanlığı yaratanların, kendi karanlıklarında yok olacakları anlamına mı geliyor?
Evet, tam da bunu söylemeye çalışıyoruz, çok da fazla “spoiler” vermemek için detaylara giremiyorum ama final sahnesinde o kalabalığı durduran faktör aslında bizzat kendilerinin hazırladığı faktör...
- Cannes ve Türkiye’deki festival gösterimlerinde izleyicinin tepkileri nasıl oldu?
Açıkçası benim bütün filmlerim içerisinde en yoğun, en coşkulu izleyici tepkisini alan bu filmim oldu. Cannes’da bile öyleydi... Ben Cannes’ın havasını bilmediğim için önce çok anlamadım. O yoğun alkışlar herhalde her filme yapılıyor diye düşünüyordum ama daha sonra çok da öyle olmadığını söylediler. Ben yine de şüpheci yaklaşıyordum, ta ki Antalya’ya gelene kadar. Antalya’da özellikle Türk izleyicisi muazzam bir ilgi gösterdi ve bu ilgi Ankara’da da devam etti, Suç ve Ceza Film Festivali’nde de keza... Seyircinin çok önemli bir kısmı “Böyle bir filme ihtiyacımız varmış” hissiyatıyla çıktı filmden. Bu tabii sevindirici...
- Senin de içinden yetiştiğin Boğaziçi Üniversitesi iki yıldır çok ciddi bir baskı altında. Ne hissediyorsun bu konuda?
Çok üzücü, ne diyebilirim ki... Geçenlerde Boğaziçi Üniversitesi’nin tüm birim, bölüm ve enstitüleri ortak bir metin imzaladı, meseleyi çok güzel özetleyen bir açıklamaydı.
‘BUNUN ADI SANSÜR’
- Bir de tabii Kültür Bakanlığı’nın verdiği maddi desteğin geri istendiği haberi var. Ne oldu tam olarak?
Evet yeni aldığımız bir haber bu. Senaryonun nihai halini bakanlığa teslim etmemizden 20 ay sonra gelen bir haber. 2022 yılında uluslararası alanda en ciddi başarıyı getirmiş, Cannes’da prömiyerini yapmış bir filme yapıldı bu. Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılanın aynısı bu aslında. Yani en hafif ifadesiyle kamu kaynaklarının partizanca zarara uğratılması.
Kaynak: www.cumhuriyet.com.tr