İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Meral Akşener, grup toplantısında kürsüye madenci baretiyle ve bir maden işçisiyle çıktı. Öte yandan Prof. Dr. Kürşad Zorlu, İYİ Parti’ye katıldı.
İYİ Parti lideri Akşener, Bartın'daki maden faciasını Erdoğan'ın kadere bağlamasına çok sert sözlerle tepki gösterdi. Erdoğan'ın 41 hayatın söndüğü felaketten başarı hikayesi çıkarmaya çalıştığını ifade eden Akşener, "Tedbir almayıp meseleyi kadere havale etmek terbiyesizliktir." dedi.
Akşener, "Yediğiniz haram lokmalar, boğazınıza dizilecek. Allah şahidim olsun ki, yaptıklarınız yanınıza kâr kalmayacak. Ve o kutlu gün geldiğinde, hesabınızı, milletimiz sandıkta kesecek." şeklinde konuştu.
Akşener'in konuşması şu şöyle:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler ve kıymetli basın mensupları;
Sizleri, saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Geçtiğimiz Cuma, milletçe çok büyük bir acı yaşadık.
Fatih’in “Çeşm-i cihan” dediği, Karadeniz’in incisi Amasra’mızı,
İs kokusuna, kömür karasına ve gönül yarasına boğan,
bir büyük faciaya, şahitlik ettik.
Ne yazık ki, 41 madenci kardeşimizi kaybettik.
41 eve, kara elmasın bereketi gireceği yerde,
maalesef kömürün alevi düştü.
Buradan bir kez daha;
Kaybettiğimiz madencilerimize, Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine sabır diliyorum.
Rabbim onları, Peygamber Efendimize komşu eylesin.
Milletimize bir daha, böyle acılar göstermesin.
Başımız sağ olsun…
Değerli dava arkadaşlarım;
Biliyorsunuz kazanın ardından,
ben de Amasra’ya gittim.
Arkadaşlarımızla birlikte, acılı ailelerimize,
başsağlığı dileklerimizi ilettik.
Dualarımızı ettik.
Kardeşlerimizi ahirete uğurladık.
Şimdi ise konuşma zamanı.
Çünkü;
41 kardeşimize ve geride bıraktıkları, acılı ailelerine karşı,
sorumluluğumuz var.
Türkiye’nin dört bir yanında,
her dakika, ölümle burun buruna,
ekmek kavgası veren madencilerimize karşı,
sorumluluğumuz var.
Çünkü;
Milletin avukatı olarak,
onların can güvenliğinin sağlanması için çabalamak,
sorumluluğunu, yerine getirmeyenler için de,
gereğinin yapıldığının, takipçisi olmak gibi,
çok önemli bir görevimiz var.
Yaptığımız inceleme ve çalışmalar sonucunda, görüyoruz ki;
daha önce yaşanan, birçok maden faciasında olduğu gibi,
Amasra’daki felaket de, maalesef, adeta geliyorum demiş…
Sayıştay uyarmış, raporuna yazmış.
İş müfettişleri, defalarca uyarmış, idari para cezası kesmiş.
Hatta, yetkili kuruluşları geçtim, ocakta çalışan maden işçileri bile uyarmış.
Ama, Sayın Erdoğan’ın atadığı yetkililer,
her zaman olduğu gibi, kıllarını kıpırdatmamışlar.
Göz göre göre gelen felaketi, öööyle izlemişler.
Sonuç?
41 kardeşimizi daha, ihmale, iş bilmezliğe, vicdansızlığa kurban verdik.
İşin en acısı da ne, biliyor musunuz?
Artık maalesef, bu duruma şaşıramıyoruz.
Çünkü bu kor, yüreğimize daha önce de düştü.
17 Mayıs 2010’da, Zonguldak’ta, 30 canımızı kaybettik.
13 Mayıs 2014’te, Soma’da, tarihimizin en büyük maden faciasında,
301 insanımızı yitirdik.
28 Ekim 2014’te, Ermenek’te, 18 kardeşimizi kaybettik.
Aradan zaman geçti ve bugün, Bartın’da;
Yine aynı beceriksizliğin,
Yine aynı iş bilmezliğin,
ve yine aynı aymazlığın,
sebep olduğu, bir katliama şahit olduk.
Bakın, bilerek katliam diyorum.
Çünkü;
bu kadar uyarıya rağmen, gerekli tedbirleri almazsanız,
ve ölüme, bile bile lades derseniz;
yaşanan felaketin adı, cinayet olur, katliam olur.
İşte tam da o nedenle, bugün, Milletin Kürsüsü’nde,
Geçmişte o maden ocağında çalışmış,
emekli bir madenci kardeşimizi ağırlıyoruz.
Cengiz Yaşar Alpan Bey bugün aramızda.
Buyurun Cengiz Bey söz de kürsü de sizindir.
Teşekkür ediyorum.
Değerli dava arkadaşlarım;
Bu büyük felaketin ardından,
Devletimizin, madencilerimiz için, seferber olduğunu gördük.
Ancak, resmi ve gönüllü, yüzlerce kardeşimiz,
madencilerimizi kurtarmak için çırpınırken,
ülkeyi yönetenlerin aymazlığı ve yaptıkları ciddiyetsiz açıklamalar,
yine hepimizi kahretti.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı,
İlgililere dönüp, “Bu uyarıları, neden dikkate almadınız?” diyeceğine;
“İşçilerin sesine, neden kulak vermediniz?” diyeceğine;
Bu acıya sebep olanları, o dakika görevlerinden alıp, müfettişlerin önüne koyacağına;
ne yaptı biliyor musunuz?
41 hayatın söndüğü bu felaketten bile, bir başarı hikayesi çıkarmaya çalıştı.
Yaşadığımız ekonomik felaketten,
başarı hikayesi çıkarmaya uğraşmak, yetmemiş olacak;
tuttu, ölümden de, başarı hikayesi çıkarmaya kalktı.
Biliyorsunuz, empati kavramına yabancı olan bu arkadaş,
8 sene önce de, Soma’da, utanmadan çıkıp,
“ölüm bu işin fıtratında var” demişti…
Bu defa da, çıkıp;
“Çok şükür, 24 saat geçmeden 41’inci şehidimize de ulaştık.” dedi.
“Biz, kader planına inanmış insanlarız, bunlar her zaman olacaktır.” dedi.
Kaderden bahsetti, tevekkül’den bahsetti.
Gerçekten ibretlik…
Tevekkül nedir?
Tevekkül;
Her türlü tedbiri aldıktan sonra, bir işi, nihayetinde,
Allah’a havale etmektir.
Ancak, her tür tedbiri aldıktan sonra…
Hamdolsun hepimiz, kadere iman edenlerdeniz.
Hamdolsun hepimiz;
“Hayrıhi ve Şerrihi Min Allâhû Teâlâ” diyerek,
hayrın ve şerrin, Allah’tan geldiğine inananlarız.
Ancak, tevekkül, tembelliğe açılan bir kapısı değildir.
Sorumsuzluğa uydurulacak bir kılıf, hiç değildir.
Önce tedbir, sonra tevekkül.
Dinimizin buyruğu budur.
Yani müslüman, her işin başında, önce tedbirini alacak,
ötesini ise, Rabbine teslim edecek.
Yaşadığımız felaketlerin altında yatan sorumsuzluğu, perdelemek için,
imanımızı sömürmeye kalkmak,
kimsenin haddi de, hakkı da değildir.
Tevekkül ne kadar gerçekse, tedbir de o kadar gerçektir.
Bir kazanın, tüm şartları oluşmuşsa ve sen tedbir almıyorsan,
o kaza meydana gelir.
Tedbir almayıp, sorumluluğunu yerine getirmeyip,
üstüne de, tevekkülden bahsetmek, meseleyi kadere havale etmek,
en hafif tabiriyle, terbiyesizliktir.
Bakın, size bir örnek vereyim.
7 Ocak 2013’te, Kozlu Madeni’nde, metan gazı patlaması oldu.
Kazada, 8 işçimizi kaybettik.
Kazanın sebebini ve sorumlularını, tespit etmek için, soruşturma açıldı.
Uzun süren bir yargı süreci başladı.
Bilirkişi raporu,
taşeron firmayı, müessese müdürünü ve yardımcısını, kabahatli buldu.
Taşeron firma, işi aksatmış.
Göndermesi gereken ekipleri göndermemiş,
tesisin güvenliğini tehlikeye atmış.
Müessese müdürü de, taşerona yaptırım uygulamak yerine,
işin üstünü örtmüş.
Dava, 6 yılın sonunda, karara bağlandı.
Yargı dedi ki;
“Kozlu maden ocağının, müessese müdürü,
ölüme sebebiyet vermekten, tali kusurludur.”
4 yıl hapis cezası verdi.
Bunun üzerine, yaşamını yitiren madencilerin aileleri,
karara itiraz ettiler.
“Bu kadar ağır bir kusurun cezası, nasıl 4 yıl olur?” diye, veryansın ettiler.
“Asli kusurlu olan biri, nasıl tali kusurlu sayılır?” diye, isyan ettiler.
Peki mahkeme ne yaptı?
4 yıllık hapis cezasını, para cezasına çevirdi.
Yaşadıkları acı yetmezmiş gibi,
o ailelerin yüreğinde, bir de adalet yarası açıldı.
Peki, o müessese müdürüne ne oldu biliyor musunuz?
Bay Kriz’in imzasıyla, Türkiye Taşkömürü Kurumu’na,
Genel Müdür olarak atandı.
Yani, 8 canımızı kaybettiğimiz olayda,
kusurlu bulunup, 4 yıl ceza alan bir kişi,
kurumun, en tepesine oturtuldu.
Bu da mı kader, Sayın Erdoğan!
Bakanı atayan sensin.
4 yıl ceza alan adamı, TTK’ya genel müdür yapan sensin.
Madene, yönetici atayan da sensin.
Denetimlerin gereğini yapmayanlar da,
senin bakanın ve senin yöneticilerin.
İşine gelince, “bakanıma talimat verdim” demeyi biliyorsun.
İşine gelince, üzerine basa basa, “benim bakanım” demeyi de biliyorsun.
Hadi bakalım.
Madem senin bakanın, hesap sorsana!
“Nerede tedbirler?” desene.
Sayın Erdoğan;
İşine geldiğinde “benim bakanım”,
işine gelmediğinde, “kader” diyemezsin.
Beceriksiz yöneticilerinin hatalarına, iş bilmezliklerine, kader diyemezsin.
21’inci yüzyılda, bu teknolojik imkân ve altyapıyla,
maden işçisine, ölümü, kader diye kabullendiremezsin!
Değerli dava arkadaşlarım;
Bu büyük felaketin ardından,
Devletimizin, madencilerimiz için, seferber olduğunu gördük.
Ancak, resmi ve gönüllü, yüzlerce kardeşimiz,
madencilerimizi kurtarmak için çırpınırken,
ülkeyi yönetenlerin aymazlığı ve yaptıkları ciddiyetsiz açıklamalar,
yine hepimizi kahretti.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı,
İlgililere dönüp, “Bu uyarıları, neden dikkate almadınız?” diyeceğine;
“İşçilerin sesine, neden kulak vermediniz?” diyeceğine;
Bu acıya sebep olanları, o dakika görevlerinden alıp, müfettişlerin önüne koyacağına;
ne yaptı biliyor musunuz?
41 hayatın söndüğü bu felaketten bile, bir başarı hikayesi çıkarmaya çalıştı.
Yaşadığımız ekonomik felaketten,
başarı hikayesi çıkarmaya uğraşmak, yetmemiş olacak;
tuttu, ölümden de, başarı hikayesi çıkarmaya kalktı.
Biliyorsunuz, empati kavramına yabancı olan bu arkadaş,
8 sene önce de, Soma’da, utanmadan çıkıp,
“ölüm bu işin fıtratında var” demişti…
Bu defa da, çıkıp;
“Çok şükür, 24 saat geçmeden 41’inci şehidimize de ulaştık.” dedi.
“Biz, kader planına inanmış insanlarız, bunlar her zaman olacaktır.” dedi.
Kaderden bahsetti, tevekkül’den bahsetti.
Gerçekten ibretlik…
Tevekkül nedir?
Tevekkül;
Her türlü tedbiri aldıktan sonra, bir işi, nihayetinde,
Allah’a havale etmektir.
Ancak, her tür tedbiri aldıktan sonra…
Hamdolsun hepimiz, kadere iman edenlerdeniz.
Hamdolsun hepimiz;
“Hayrıhi ve Şerrihi Min Allâhû Teâlâ” diyerek,
hayrın ve şerrin, Allah’tan geldiğine inananlarız.
Ancak, tevekkül, tembelliğe açılan bir kapısı değildir.
Sorumsuzluğa uydurulacak bir kılıf, hiç değildir.
Önce tedbir, sonra tevekkül.
Dinimizin buyruğu budur.
Yani müslüman, her işin başında, önce tedbirini alacak,
ötesini ise, Rabbine teslim edecek.
Yaşadığımız felaketlerin altında yatan sorumsuzluğu, perdelemek için,
imanımızı sömürmeye kalkmak,
kimsenin haddi de, hakkı da değildir.
Tevekkül ne kadar gerçekse, tedbir de o kadar gerçektir.
Bir kazanın, tüm şartları oluşmuşsa ve sen tedbir almıyorsan,
o kaza meydana gelir.
Tedbir almayıp, sorumluluğunu yerine getirmeyip,
üstüne de, tevekkülden bahsetmek, meseleyi kadere havale etmek,
en hafif tabiriyle, terbiyesizliktir.
Bakın, size bir örnek vereyim.
7 Ocak 2013’te, Kozlu Madeni’nde, metan gazı patlaması oldu.
Kazada, 8 işçimizi kaybettik.
Kazanın sebebini ve sorumlularını, tespit etmek için, soruşturma açıldı.
Uzun süren bir yargı süreci başladı.
Bilirkişi raporu,
taşeron firmayı, müessese müdürünü ve yardımcısını, kabahatli buldu.
Taşeron firma, işi aksatmış.
Göndermesi gereken ekipleri göndermemiş,
tesisin güvenliğini tehlikeye atmış.
Müessese müdürü de, taşerona yaptırım uygulamak yerine,
işin üstünü örtmüş.
Dava, 6 yılın sonunda, karara bağlandı.
Yargı dedi ki;
“Kozlu maden ocağının, müessese müdürü,
ölüme sebebiyet vermekten, tali kusurludur.”
4 yıl hapis cezası verdi.
Bunun üzerine, yaşamını yitiren madencilerin aileleri,
karara itiraz ettiler.
“Bu kadar ağır bir kusurun cezası, nasıl 4 yıl olur?” diye, veryansın ettiler.
“Asli kusurlu olan biri, nasıl tali kusurlu sayılır?” diye, isyan ettiler.
Peki mahkeme ne yaptı?
4 yıllık hapis cezasını, para cezasına çevirdi.
Yaşadıkları acı yetmezmiş gibi,
o ailelerin yüreğinde, bir de adalet yarası açıldı.
Peki, o müessese müdürüne ne oldu biliyor musunuz?
Bay Kriz’in imzasıyla, Türkiye Taşkömürü Kurumu’na,
Genel Müdür olarak atandı.
Yani, 8 canımızı kaybettiğimiz olayda,
kusurlu bulunup, 4 yıl ceza alan bir kişi,
kurumun, en tepesine oturtuldu.
Bu da mı kader, Sayın Erdoğan!
Bakanı atayan sensin.
4 yıl ceza alan adamı, TTK’ya genel müdür yapan sensin.
Madene, yönetici atayan da sensin.
Denetimlerin gereğini yapmayanlar da,
senin bakanın ve senin yöneticilerin.
İşine gelince, “bakanıma talimat verdim” demeyi biliyorsun.
İşine gelince, üzerine basa basa, “benim bakanım” demeyi de biliyorsun.
Hadi bakalım.
Madem senin bakanın, hesap sorsana!
“Nerede tedbirler?” desene.
Sayın Erdoğan;
İşine geldiğinde “benim bakanım”,
işine gelmediğinde, “kader” diyemezsin.
Beceriksiz yöneticilerinin hatalarına, iş bilmezliklerine, kader diyemezsin.
21’inci yüzyılda, bu teknolojik imkân ve altyapıyla,
maden işçisine, ölümü, kader diye kabullendiremezsin!
Liyakatli ve ciddiyet sahibi bir Cumhurbaşkanı,
41 naaşa, kısa sürede ulaşmakla övünmez,
o felaketin, yaşanmamasıyla övünür.
Liyakatli ve ciddiyet sahibi bir Cumhurbaşkanı,
tabut başlarında siyasi nutuklar atmaz,
sorumlular hakkında, gerekeni yapar.
Liyakatli ve ciddiyet sahibi bir Cumhurbaşkanı,
Milletinin karşısında, felakete neden olanları kollamaz,
hakkını ve hukukunu korumak için,
her daim, dimdik, milletinin yanında durur.
Çünkü;
Liyakatli ve ciddiyet sahibi bir Cumhurbaşkanı,
Hamasetle, laf kalabalığıyla değil, duruşla ve icraatla olunur.
Bu kadar basit.
Aziz milletim;
Madencilik, elbette riskleri olan bir sektördür.
Ama bu riskleri azaltmak da, pekâlâ mümkündür.
Nitekim veriler de, tam olarak bunu gösteriyor.
Soma Katliamı’ndan sonra geçen 6 yılda,
yani 2015’ten 2020'ye kadar, her yıl,
madenlerimizde çalışan, her 100 bin işçimizden,
53’ünü, iş kazalarında yitirmişiz.
Bu oranın, bizden sonra, en yüksek olduğu ülke, Portekiz.
Her yıl, 25 madencilerini kaybetmişler.
Aynı oran Polonya'da 8,
Almanya'da 4,
Macaristan ve Slovenya’da ise sıfır!
Dünya, kömür madenciliği endüstrisinde,
her yıl, yeni standartlar belirliyor.
Ve alınan önlemler sayesinde, sektördeki ölüm oranları, hızla düştü.
20 yıl önce, dünyada,
milyon tonluk üretime düşen ölüm oranı, 5’ken;
bu rakam, günümüzde, 1’in altına indi.
Türkiye’nin, son 10 yıldaki ortalaması ise,
milyon ton başına, 20 kişinin üzerinde.
Yani Türkiye’deki ölüm riski, dünya ortalamasının 20 katından fazla.
Sayın Erdoğan;
Buna fıtrat diyemezsin.
Buna kader de diyemezsin.
Basit tedbirlerle önleyebileceğin ölümleri,
bu millete, kader diye yutturamazsın!
Dünya standartları ortadayken,
Türkiye’ye reva gördüğün, bu acı tablo, düpedüz,
insanlarımızın canını hiçe saymaktır.
Senin ve atadığın beceriksiz yöneticilerinin asli görevi;
ölümleri engellemektir.
Ölüm oranlarını, dünya standartlarının altına getirmektir.
Teknoloji var.
İmkanlar var.
Sayıştay raporları ortada duruyor.
Atılacak adımlar, alınacak tedbirler belli.
O nedenle;
Hamaseti bırakıp, öncelikle işinizi yapacaksınız.
Kazaların önüne geçmek için, irade göstereceksiniz.
Yapamıyorsanız da, çekip gideceksiniz!
Ayıptır, günahtır.
Aziz milletim;
Bartın’da yaşanan bu katliamda;
Sorumlularla ilgili yapılacak işlemlerin, takipçisi olacağız.
İktidarın umurunda olmasa da,
biz, kaybettiğimiz madencilerimizin, hesabını soracağız.
Soma’dan sonra yaşanan adaletsizliğin, tekrarına seyirci kalmayacağız!
Biliyorsunuz;
Soma faciasında sonra, bazı düzenlemeler yapılmıştı.
Ancak yapılan düzenlemelerin, neredeyse tamamı;
iş kazalarını önlemeye yönelik olmayıp,
işçilerin, iş kanunundan kaynaklı haklarında, bazı düzenlemeleri içeriyordu.
Tek somut adım olarak nitelendirilebilecek,
“sığınma odaları zorunluluğu” kapsamına ise,
sadece metal madenleri alınmıştı.
Bu arada, ölüm aylıklarında, ciddi bir adaletsizlik var.
Bunun giderilmesi için, meclis grubumuz,
plan bütçe komisyonuna, bir önerge verdi.
Ama her zaman olduğu gibi,
Ak Parti ve küçük ortağının oylarıyla reddedildi.
Madem öyle, biz de,
bu konuda bir kanun teklifi getireceğiz.
Milletvekili arkadaşlarıma talimatımdır:
Yolsuzlukla mücadele kapsamında vereceğiniz, kanun tekliflerimizin yanında,
bu konuyla ilgili kanun teklifimizi de, lütfen süratle meclis gündemine taşıyın.
Milletimiz de, bu vesileyle,
İktidarın, madencilerimiz konusunda, ne kadar samimi olduğunu,
bir kez daha görsün.
Değerli dava arkadaşlarım;
Soma Faciası’nın üzerinden, 8 yıl geçmesine rağmen,
haklarında soruşturma başlatılan, kamu görevlileri için,
bir buçuk yıldır, iddianame hazırlanmadı.
İşletmenin sahibiyse, dört buçuk yıl hapis yattıktan sonra,
2020 yılındaki, infaz düzenlemesinden yararlanıp, cezaevinden çıktı.
Bir vatandaşımızı tekmeleyen danışman da,
şimdi Frankfurt konsolosluğumuzda, ticaret müşaviri…
İşte size Sayın Erdoğan’ın adaleti!
İşte sayın Erdoğan’ın vicdanı!
Hayır kardeşlerim;
Bu işin fıtratında, ölüm yok.
Bu büyük acıları yaşıyorsak, bu iktidar ders almadığı için yaşıyoruz.
Bu büyük acıları yaşıyorsak, ne kadar liyakatsiz varsa,
onları en üst mevkilere taşıyan, iş bilmezlik yüzünden yaşıyoruz.
Bu büyük acıları yaşıyorsak, her olayda yandaşını kollayan,
bu kirli zihniyet yüzünden yaşıyoruz.
Ama söz olsun, yemin olsun ki;
Bartın’ı yeni bir adaletsizlik sarmalına, mahkûm ettirmeyeceğiz!
Yapanın yanına kâr kaldığı, bu adaletsiz düzeni, biz değiştireceğiz!
Devlete ciddiyeti, milletimize de hürriyeti, biz getireceğiz!
Biz bu işin takipçisiyiz.
Sorumluların, en ağır cezaları alması için, elimizden geleni ortaya koyacağız.
Buradan, bir kez daha ilan etmek istiyorum:
İş bilmezliğinizle, yüzsüzlüğünüzle, bezirganlığınızla,
yıktığınız yuvaların günahı, yakanızı bırakmayacak.
Yediğiniz haram lokmalar, boğazınıza dizilecek.
Allah şahidim olsun ki, yaptıklarınız yanınıza kâr kalmayacak.
Ve o kutlu gün geldiğinde,
hesabınızı, milletimiz sandıkta kesecek.
Kara gözlü, temiz yüzlü kardeşlerimize rahmet olsun.
Ailelerine, sevdiklerine,
ve ocaklarda ekmek kavgası veren, tüm madencilerimize,
bir kez daha başsağlığı diliyorum.
Aziz milletim;
2023 yılı, Merkezi Yönetim Bütçesi,
17 Ekim Pazartesi günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verildi.
Ama 2023 bütçesine geçmeden önce,
2022 yılının, makroekonomik hedeflerini ve bütçesini,
gelin, bir değerlendirelim.
Biliyorsunuz, geçen yılın Eylül ayında açıklanan, Orta Vadeli Program’da;
2022 yılı için, enflasyon hedefi, yüzde 9,8’di.
Duayen ekonomist Sayın Erdoğan ile ekip arkadaşı,
Türk akademisinin göz bebeği, Doçent Doktor Nebati Bakan’ın,
muhteşem ekonomi yönetimi sayesinde;
Tüketici enflasyonu, Eylül ayında, yüzde 83 buçuğa ulaştı.
Yani enflasyon, öngörülenin, 74 puan üzerinde gerçekleşti.
Hedefteki sapmaya bakar mısınız?
Bu arkadaşları, olağanüstü öngörü kabiliyetlerinden ötürü,
gerçekten tebrik etmek istiyorum.
Dolar kurunu da anmazsak olmaz.
Madem tebrik ediyoruz, çifte tebrik olsun.
Muhteşem İkili’nin, 2022 yılı için hedeflediği, dolar kuru,
9 lira 27 kuruştu.
Şu anda ne kadar?
18 lira 60 kuruş.
Yani iki katı.
Şaka gibi ama gerçek…
Bu arada, benzer bir başarıyı da, cari açıkta görüyoruz…
2022 yılında cari açık, 18,6 milyar dolar olarak planlanmıştı.
Hatta bu arkadaşlar, hızlarını alamayıp,
cari fazla vereceklerini iddia etmeye başlamışlardı.
Ancak gelin görün ki;
Yılın ilk sekiz ayında, bırakın cari fazlayı,
40 milyar dolar, cari açık verildi.
Ama ilginçtir;
bu kadar yüksek bir cari açığa rağmen;
Sayın Erdoğan’ın, hâlâ zaman zaman,
hayali bir cari fazladan bahsettiğini görüyoruz.
İşte size, Sayın Erdoğan’ın,
ülkesindeki gidişata, ne kadar hakim olduğunun ispatı.
Gerçekten, olağanüstü bir yönetim becerisi…
Bay Kriz ve ekibindeki diğer mızıkacıların başarıları,
bunlarla da sınırlı değil.
Mesela, 2022 yılında, bütçe açığının,
278 milyar lira olmasını hedeflemişlerdi.
Şimdi ise;
“Pardon biz yanılmışız, bütçe açığı, 461 milyar lira olacak.” diyorlar.
Yani, ya bugüne kadar yanlış rakam açıklayıp,
milletimizi ve piyasaları kandırdılar;
ya da, bu bütçe, bir seçim bütçesidir.
Bunun başka açıklaması yok.
Bitti mi?
Maalesef bitmedi.
Hazine ve Maliye Bakanlığı istatistiklerine göre;
Bu yılın, ilk sekiz ayında,
bütçe, 33 milyar Türk Lirası fazla vermiş.
Yaa, ne kadar güzel değil mi?
Ama bu sevincimiz de, tabii ki kısa sürüyor.
Çünkü, Eylül ayında, 78,6 milyar lira açık verilmiş.
Ayıca, hükûmetin açıkladığı rakamlardan,
yüksek bütçe açıklarının, önümüzdeki aylarda da,
şahlanarak devam edeceğini öğreniyoruz.
Bakın, ilginç bir rakam daha vereceğim:
2022 yılı bütçesinde, toplam harcamalar için verilen ödenek;
1 trilyon 751 milyar liraydı.
Şimdi ise, önümüze getirdikleri dokümanlarda,
harcamaların, 3 trilyon 134 milyar liraya ulaşacağı ifade ediliyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, bütçede böyle bir sapma görülmedi.
Bu rezalet de giderayak, Ak Parti iktidarına nasip oldu.
“Tarih yazıyoruz” diye gezenlerin,
aslında, öngörüsüzlüğün ve beceriksizliğin kitabını yazdıklarına,
ibretle şahit oluyoruz…
Yazıklar olsun.
Tabi bir de faiz ödemeleri var.
2022 yılı için, devlet borçlanması genel giderleri dahil,
toplam faiz ödemesi için konulan ödenek, 242 milyar lirayken;
bu yılın sonunda, 341 milyar lirayı aşması bekleniyor.
Buna bir de, kur korumalı mevduattan gelecek,
300 milyar liralık yükü eklersek;
toplam faiz ödemesi, 640 milyar lirayı aşacak.
Hani bu arkadaşlar, faize savaş açmışlardı ya.
Hani Nass vardı ya.
İşte size Nass!
İşte size Bay Kriz’in, sözüm ona, faizle olan savaşı!
Bu arada,
“Devletin bütçesinden beş kuruş çıkmıyor.” diye pazarlanan,
kamu özel işbirliği projelerine ödenecek para da,
42 milyar lira öngörülmüştü.
Hamdolsun, onun da, yıl sonunda, 53 milyar lirayı bulması bekleniyor.
Pekiii, tüm bu harcamalar nasıl karşılanacak?
Tabii ki milletimizin sırtına yüklenen vergilerle karşılanacak.
Tüketici;
Artan fiyatlar nedeniyle, daha fazla vergi ödeyecek.
Çalışanlar;
Vergi dilimlerinin düşük artırılması nedeniyle,
daha fazla vergi ödeyecek.
Esnaf ve sanayici;
reel bir kazancı olmasa dahi,
düşük fiyattan girişlerin, yüksek fiyattan çıkması nedeniyle,
daha fazla vergi ödeyecek.
Yani;
Biz para vereceğiz ki, yandaşlar zenginleşmeye devam etsin.
Biz elimizi cebinize atacağız ki, faiz geliri elde edenler üzülmesin.
Biz vergi vereceğiz ki, saraydaki sefa hiç bitmesin.
Bütçenin özeti, işte tam olarak budur.
Ez cümle;
içinde milletin hayrına, dişe dokunur hiçbir şey olmayan, bu bütçe;
İsraf, faiz ve yandaş bütçesinden ibarettir.
Nokta.
Aziz milletim;
Ne yazık ki, 2023 yılı bütçesi de, 2022’den farklı değil…
2023 yılında, bütçe harcamalarının, 4 trilyon 470 milyar lira,
Bütçe gelirlerinin, 3 trilyon 810 milyar lira,
bütçe açığının da, 659 milyar lira olması öngörülüyor.
Harcamalar içinde;
566 milyar lira faiz ödemelerine,
103 milyar lira da, kamu özel işbirliği ödemelerine ayrılmış.
İlginçtir;
2023 yılına uzatılmasına rağmen;
bütçede, kur korumalı mevduata ise, ödenek ayrılmamış.
Bu da bütçenin ne kadar samimi olduğunu,
Bir kez daha gözler önüne seriyor.
2023 yılı için, ortalama dolar kurunu da, 21,5 lira olarak hesaplamışlar.
Bay Kriz ve Nebati Bakan’ın,
şimdiye kadar sergiledikleri, üstün performanstan hareketle,
kurun, bu tahminin çok daha üzerine çıkacağı, maalesef aşikâr…
Peki bu ne demek?
Bu;
toplam faiz ödemelerinin, 1 trilyon lirayı bulması, işten bile değil demek.
Ama asıl kepazelik başka.
Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre;
Önümüzdeki yıllardaki, iç borç faiz ödemesi yükümlülüğümüz,
anapara ödemelerini geçmiş.
Yani faiz, borcun aslını geçmiş.
Yani;
Hazinemizi, tefecinin eline düşürmüşler.
Ne diyelim,
Allah, memleketimizi bu duruma düşürenleri, ıslah etsin.
Yazıklar olsun.
Aziz milletim;
Korku, çok kuvvetli bir duygudur,
ama en çok da, sahibini vurur.
Şayet bir şeyden çok korkuyorsanız,
etrafınıza da korku salmaya çalışırsınız.
İşte bugün;
İktidarın, korku üzerinden hakimiyet oluşturma çabası da,
tam olarak bundan kaynaklanıyor.
Çünkü, çok korkuyorlar!
Yalanlarının, meydana saçılmasından korkuyorlar!
Harami düzenlerinin, bozulmasından korkuyorlar!
Saraydaki sefanın, bitmesinden korkuyorlar!
İktidarlarını, kaybetmekten korkuyorlar!
Bu korkular, onları öylesine kuşattı ki;
Artık bizzat oylarıyla seçildikleri, milletimizden bile korkuyorlar!
Mesela;
Çocuğunu okula gönderirken, cebine simit parası koyamayan,
anne babalardan korkuyorlar!
Mesela;
Borçları yüzünden tarlasına, traktörüne el koyulan,
çiftçilerimizden korkuyorlar!
Mesela;
Yurt dışındaki akranlarının, yaşadıkları hayatı görüp,
kendi memleketlerinde de, aynı refahı, aynı özgürlüğü isteyen,
gençlerimizden korkuyorlar!
Mesela;
Kuyruklu yalanlarını ortaya çıkaran,
gazetecilerimizden korkuyorlar!
Mesela;
31 Mart seçimlerinde, İstanbullu’nun iradesine, göz dikenlerin karşısında;
Emine Bulut’a, Şule Çet’e, Rabia Naz’a kıyanların,
Enes Kara’ya ve daha nice canımıza, umutsuzluğu reva görenlerin karşısında;
Mülakatlardaki torpilin, KPSS’deki rezilliğin karşısında;
Kazdağları’nda, 350 bin ağacımızı yok edenlerin,
orman yakıp, otel diken, hainlerin karşısında;
Saraydaki, 5-10-15 maaşlı danışmanların,
İsrafın, rüşvetin ve yolsuzluğun, bakanlıklara kadar işlediği,
bu çürümüşlüğün karşısında;
Bir olan, birlik olan,
Dimdik durup, hesap soran milletimizden korkuyorlar!
İşte bu yüzden de, her korkağın yaptığı gibi,
Onlar da, baskıya ve zorbalığa sarılıyorlar.
Eğer ki bizler, onlardan daha çok korkarsak,
kazanabileceklerine inanıyorlar.
Vah kii, ne vah…
Çok, ama çooook yanılıyorlar!
“Korkma!” diye, haykırarak yazılan hikâyemizi,
tüm zincirleri kıran irademizi,
damarlarımızda saklı olan kudretimizi,
Ve hakka tapan gönlümüzü, unutuyorlar.
Bizim, tarihimizin hiçbir döneminde, Türk devletini;
çelik zırhlı duvarlara, yol veren korkaklara,
bastığı yerleri, sadece toprak olarak gören acizlere,
ve kendilerini, milletten üstün gören bezirganlara,
teslim etmediğimizi unutuyorlar.
Bundan sonra da, asla teslim etmeyeceğimizi, görmüyorlar.
Nitekim;
Kendi tarihinden ve milletinden bihaber olan,
bu makyavelist anlayış;
tüm itirazlarımıza rağmen, çağ dışı bir sansür yasasını,
utanmadan, sıkılmadan,
üstüne bir de, pişkin pişkin fotoğraf çektirerek,
Gazi Meclisimizden geçirdi.
Şüphesiz ki, bu yasa;
Milletimizin hafızasında, bir utanç vesikası olarak kalacak.
Türk demokrasi tarihinde, kara bir leke olarak anılacak.
Tarihinin hiçbir döneminde, esaret kabul etmeyen bir millete,
pranga vurmaya çalışan bu aymazlığı;
ne tarih, ne de vicdanlar unutmayacak.
Rahmetli Sezai Karakoç’un da, dizelerinde haykırdığı gibi;
“Onlar sanıyorlar ki;
Biz sussak mesele kalmayacak.
Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak.
Tarih sussa, hakikât susmayacak.
Onlar sanıyorlar ki;
Bizden kurtulsalar mesele kalmayacak.
Hâlbuki bizden kurtulsalar,
Vicdan azabından kurtulamayacaklar,
Vicdan azabından kurtulsalar,
Tarihin azabından kurtulamayacaklar.
Tarihin azabından kurtulsalar,
Allah'ın gazabından kurtulamayacaklar.”
Buradan açıkça ilan ediyorum:
Bu yasa, bir istibdat yasasıdır.
Bay Kriz ile arkadaşlarına da, buradan sesleniyorum:
Aziz milletimiz, ne darbeler, ne baskılar görüp, susmadı da,
sizin bu uyduruk, sansür yasanızla mı sinecek sanıyorsunuz?
Hiç boşuna uğraşmayın.
Dün, milletimizin hürriyetini,
gasp etmeye kalkan utanmazlar, nasıl yıkılıp gittiyse,
siz de öyle gideceksiniz.
Dün, millet iradesini yok sayan,
nice istibdat meraklısı, nasıl rezil olup gittiyse,
siz de öyle gideceksiniz.
Dün, aynı istibdat ilmeğini,
bu milletin boynuna geçirmeye kalkanlar, nasıl yenildiyse,
siz de bugün;
bu milletin, “Kahrolsun İstibdat, yaşasın hürriyet!” diye haykıran,
iyi ve cesur evlatlarının karşısında,
aynen öyle yenileceksiniz.
Emin olun, çok az kaldı!
Aziz milletim;
Devlet, en buhranlı zamanlarda,
Fertlerinin vicdanına, “ben varım” diyerek, tecelli edendir.
Kurumlarıyla, yetişmiş insanlarıyla, engin tecrübesiyle,
elini uzatandır.
Akılla, bilgiyle ve ciddiyetle sorunu çözen,
tekrarına ise, mahal vermeyendir.
Ancak maalesef, bugün geldiğimiz noktada;
esas kaynağından, yani milletinden kopmuş,
ve kendini, devlet yerine koymaya cüret eden, bir iktidarın,
ayakta durmak için sarf ettiği, son çırpınışlar;
artık milletimiz için, bir eziyete dönüştü.
İktidar hırsının tetiklediği tutum ile,
Ahlaki sorumluluğun getirdiği tutum arasında,
bir köprü görevi gören, devlet aklına,
artık maalesef erişilemiyor.
Maalesef artık devletimiz, akılla değil;
Sayın Erdoğan’ın, kişisel kaprisleriyle,
Öfke ve nefretten beslenen, zehirli diliyle,
ve milletimizi, kendisine hizmetkâr olarak gören,
kirli anlayışıyla yönetiliyor.
Ancak;
Ekonomiyi keyfine,
Faizleri rüyalarına,
Enflasyonu da, kahve fallarına göre belirleyen bir anlayışla,
devlet yönetilmez!
Maden faciasını bile, kendi kader anlayışıyla yorumlayan,
Hatasını bulana hain,
Eleştirene terörist,
Kadına sürtük, gencine aşağılık diyen,
ucube bir anlayışla devlet yönetilmez!
Bürokratları;
mesleki yeterliklerine ve becerilerine göre değil,
gösterdikleri sadakate ve dalkavukluk kapasitelerine göre atayan;
Mesela, 100 kere de girse,
Dışişleri Bakanlığı sınavını kazanamayacak birini,
sırf aile dostunun oğlu olduğu için,
Dış İşleri Bakan Yardımcısı atayan bir anlayışla,
devlet yönetilmez!
Böyle bir anlayışıyla, sadece devlet değil,
şirket bile yönetilmez!
Çünkü devlet yönetmek, ciddiyet ister!
Çünkü devlet yönetmek, yetenek ister!
Çünkü devlet yönetmek, rasyonellik ister!
Çünkü devlet yönetmek, bilgi ister, birikim ister!
14’üncü Louis’nin, manevi bir mirasçısı gibi,
“Devlet benim” havalarında gezerek,
kendi keyfine göre tasarlayıp, memleketin başına bela ettiğin, bu ucube sisteminle,
“Ben devlet yönetiyorum” diyemezsin, Sayın Erdoğan.
Sen daha, kendini yönetemiyorsun.
Bir gün verdiğin sözü, ertesi gün unutuyorsun.
Mesela, 2023 vaatlerin vardı, hatırladın mı?
Hani Türkiye, ilk 10 ekonomi arasına girecekti.
Ne oldu?
Türkiye’yi, 22’nci sıraya düşürdün.
Hani toplam millî gelirimiz, 2 trilyon dolar,
kişi başına düşen millî gelirimiz de, 25 bin dolar olacaktı.
Ne oldu?
Son açıkladığın, orta vadeli planda;
Millî gelirin, sadece 867 milyar dolar,
kişi başı gelirin de, 10 bin dolar olacağı ortaya çıktı.
500 milyar dolarlık ihracat hedefin,
265 milyar dolara düştü.
Yüzde 4,6 olarak hedeflediğin işsizlik,
TÜİK’e rağmen, yüzde 10,4’e çıktı.
Bütün bunların karşısında, utanıp sıkılacağına;
bir de milletimize efeleniyorsun.
Akla düşman yönetim anlayışının bedelini üstlenmiyor,
faturayı, aziz milletimize ödetmeye çalışıyorsun.
Bak sayın Erdoğan;
İktidarlar gelip geçicidir.
Devlet ise, ebed müddettir.
Sen her ne kadar, bugün;
İktidar hırsına ve güç sarhoşluğuna kapılıp,
devletimizin, kadim yönetim anlayışından sapsan da;
Verdiğin sözlerden dönüp,
devlete olan güveni sarssan da;
Bir büyük kibre kapılıp, milletine hakaret ederek,
Devletimizin ciddiyetini, ayaklar altına alsan da,
Biz İYİ Parti olarak;
Cumhuriyetimizin değerleriyle,
kerim devlet anlayışımızı, yeniden canlandıracağız!
Bu şanlı devlete, kaybettirdiğin güveni, yeniden kazandıracağız!
Açtığın yaraları, yıprattığın kurumları, kırdığın kalpleri, bir bir onaracağız!
Biz bütün bunları yaparken;
Sen de, emekli hayatından, bizleri,
gıpta ederek izliyor olacaksın.
Bu büyük devlet;
Korkuyla değil, sevgiyle nasıl yönetilir, göreceksin!
Kışkırtarak değil, barıştırarak nasıl yönetilir, göreceksin!
Vasatlarla değil, yetişmiş insanlarla nasıl yönetilir, göreceksin!
Yalanlarla değil, akılın ve bilimin ışığında nasıl yönetilir, göreceksin!
Makbulde değil, makuldeki buluşmamızı, ibretle seyredeceksin!
Bu vesileyle, şimdiden sana iyi seyirler diliyorum…
Aziz milletim;
Biz, binlerce yıllık, köklü bir devlet geleneğine sahip, büyük bir milletiz.
Tarihimizin her döneminde,
devletimizi yöneten insanlardan, ne istendiği bellidir.
Ciddiyet istenir.
Akıl istenir.
Adalet istenir.
Dirayet istenir.
Orhun Abidelerinde,
Yusuf Has Hacip’in, Kutadgu Bilig’inde,
Nizamülmülk’ün, Siyasetname’sinde,
Farabi’nin, Medinet'ül Fazıla’sında,
Şeyh Edebali’nin öğütlerinde,
Koçi Bey’in Risalesi’nde,
Atatürk’ün Nutku’nda,
Ve daha nice devlet insanımızın, külliyatında bunlar bellidir.
Töre bellidir, karakter bellidir, yetki bellidir, sorumluluklar bellidir.
Bizim geleneğimizde, devlet insanı;
Kendini makama yakıştıran değil,
makama yakışandır.
Bizim geleneğimizde, devlet insanı;
Makama zamk gibi yapışan değil,
mesuliyetin yükü ile oturandır.
Bizim geleneğimizde, devlet insanı;
Paraya tamah etmeyen, boyun eğmeyen,
hesap sormasını da, hesap vermesini de bilendir.
Yeri geldiğinde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz gibi;
“Millet, gün gelir, benden de hesap sorar.” diyebilendir.
Atatürk bu sözü, ne zaman söylemiş biliyor musunuz?
Sivas Kongresi’nin olduğu sıralarda,
tüm imkânsızlıkların ortasında söylemiş.
Bir gün, Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin, ikinci başkanı Rasim Bey’den,
kendisine hizmet edecek, bir adam bulmasını istemiş.
Rasim Bey de, Hacı Derviş’i bulmuş, göndermiş.
İlk görüşmelerinde, Atatürk,
pantolonun cebinden, örme bir para kesesi çıkartarak,
masanın üzerine dökmüş.
Demiş ki;
“Al bunları, çarşıya gidip, bana çok büyük bir hesap defteri satın al, gel.”
Hacı Derviş, defteri getirdiğinde de;
bütün masrafları, kuruşu kuruşuna, bu deftere yazmasını emretmiş.
Bunun üzerine Hacı Derviş;
“Paşam, bu hengamede, senden kim hesap sorabilir?” deyince;
Atatürk’ümüz;
“Çocuk, bir gün gelir, millet benden de,
başkasından da, tek tek hesap sorar.” cevabını vermiş.
İşte, Cumhuriyeti kuran irade budur!
İşte, millet sevgisi budur!
İşte, devlet ciddiyeti, tam olarak budur!
İşte bu yüzden;
İYİ Parti’nin yönetim anlayışı da budur!
Değerli dava arkadaşlarım;
Ülkemizin içerisinde bulunduğu bu devlet krizinde;
Bizim üzerimize düşen, çok büyük bir sorumluluk var.
Biz onlar gibi;
Yalanlara sığınıp, sorumluluktan kaçmayacağız!
Biz onlar gibi;
Nefsimizin esiri olup, görevimizden caymayacağız!
Biz onlar gibi;
Millete verdiğimiz sözleri unutup, güç sarhoşluğuna kapılmayacağız.
Biz onlar gibi;
Servet peşinde koşanlardan,
İsraf içinde yaşayanlardan,
Milletin sırtından kazandıklarının kibriyle,
bu aziz millete, üstten bakanlardan olmayacağız.
Çünkü biz biliyoruz ki;
Devlet, istinat ettiği milletin,
tarihi misyonunu gerçekleştirmekle mükelleftir.
İşte biz, Türk devletinin adına;
bu kutlu misyonu gerçekleştirmeye talibiz!
Devletimizi ciddiyete, milletimizi hürriyete kavuşturmaya talibiz!
Türkiye’yi mutlu insanların ülkesi yapmaya talibiz!
Güçlü, zengin ve müreffeh bir Türkiye’yi, inşa etmeye talibiz!
Ve tüm kalbimle inanıyorum ki;
Yüce Allah’ın takdiri ve aziz milletimizin teveccühü, bizi iktidara taşıyacak!
Tüm engellere, baskılara ve imkânsızlıklara rağmen, hak yerini bulacak!
Uzun zamandan sonra, söz yeniden milletimizin olacak!
İşte o kutlu gün geldiğinde,
Biz de, bir fıtrattan bahsedeceğiz.
Hep bir ağızdan, en gür sesimizle, diyeceğiz ki;
“Artık Türk şendir, fıtratında olduğu gibi!”
Toplantımızı şereflendirdiniz.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.
Kaynak: www.yenicaggazetesi.com.tr