GÜNDEM

Yıllar önce İstanbul’da bir Kurban Bayramı arifesi

Mecidiye Köyü'nün henüz Mecidiyeköy olmadığı, Zincirlikuyu sokaklarında kurbanlık hayvanların fink attığı, Fatih Camii'nin avlusunda eti kekik kokan Emirdağ koyunların satıldığı yıllar... İşte 73 yıl önce İstanbul'da bir Kurban Bayramı arifesi...

73 yıl önce İstanbul’da bir Kurban Bayramı arifesi

Mecidiye Köyü'nün henüz Mecidiyeköy olmadığı, Zincirlikuyu sokaklarında kurbanlık hayvanların fink attığı, Fatih Camii'nin avlusunda eti kekik kokan Emirdağ koyunların satıldığı yıllar... İşte 73 yıl önce İstanbul'da bir Kurban Bayramı arifesi...

Ramazan Bayramı gibi bir iki kutu şekerle savuşturulamayan bir bayram.

Herkeste aynı düşünce: “Nasıl etsem de çoluğu çocuğu mahzun etmesem?”

Eskilerin kullandığı “Delik büyük, yama küçük” tabiri bugünün şartlarını da ifade edebilir.

Ancak delikler gün geçtikçe büyüyor. Hele böyle bayram günlerinde…

Bugünlerde birçok babanın yegane endişesi evlerine bolca yiyecek götürebilmektir.

Onun için giyecek satan yerlerde kalabalık göze çarpmıyor.

Buna mukabil çarşı-pazarlar torbalılar, sepetliler, çantalar ve kese kâğıtlılarla dolup taşıyor.

Ekonomik krizin tepetaklak ettiği günümüz Türkiye’sinden bir tasvir sandınız değil mi? Ama yanıldınız. Yukarıdaki ve aşağıdaki satırlar 1950 yılının Eylül ayına denk Kurban Bayramı’nın arifesinde İstanbul sokaklarında gezen bir gazeteci tarafından yazıldı. Devam edelim:

Yalnız Mahmutpaşa çarşısı müstesna, orası da pazar yerleri gibi iğne atsanız yere düşmeyecek derecede kalabalık ve gürültülü.

İşportacılar, etraflarını saran kalabalığa, “Hanım, dikiş parası değil. Üç liraya. Al da nişanlın sevinsin!” diye Frenk gömlekleri ve “Eskileri yamamaya değmez hanım, 25 kuruşa!” bağırışlarıyla erkek çoraplarını satıyorlar.”

Şehirde kurbanlık koyunların satıldığı yerler daha ziyade İstanbul cihetine inhisar ediyor. Mecidiye Köyü’nden, Hürriyet-i Ebediye Abidesi ve Zincirlikuyu’ya giden yollarda da birkaç sürüye rastlayabilirsiniz.

En büyük kurbanlık pazarı, Fatih Camii’nin avlusudur. Burada belki yüz sürü var. Sattıkları kızıl karamanların yünlerinden yapıldığı besbelli poturlu, çarıklı, uzun değneklerine dayanmış çobanlar, gelip geçenlerin yüzlerine dikkatle bakarak, gezip görmeye mi, yoksa kurbanlık almaya mı geldiklerini anlamaya çalışıyorlar.

İri gövdeli, altın dişli, ütüsüz elbiseli sürü sahipleri de öbek öbek toplanmışlar, kendi işleri ve hesaplarıyla meşgul.

ETLERİNE KEKİK EKMEYE LÜZUM YOK

Birkaç çobana koyunların nereden getirildiğini sordum. Adapazarı’ndan, Haymana’dan, Emirdağ’dan ve Erzurum’dan getirildiğini söylediler.

Fakat en çok Emirdağ’dan gelmiş. Güler yüzlü ve babacan tavırlı bir sürü sahibi Emirdağ’dan gelen sürüleri eliyle işaret ederek:

– Hep bunlar Emirdağ malı, Çiçekyaylalıdır. Etlerine kekik ekmeye lüzum yok. Hepsi burcu burcu kekik ve çiçek kokar.

– Fiyatlar nasıl?

– Kolay canım. Tek siz alacak olun, uyuşuruz. Size şöyle 40-50 liraya bir koyun vereyim de görün. Allah sağlık verirse muhakkak gelecek yıla da beni arayacaksınız.

Tam bu sırada Sarıyer’den kurbanlık almak için geldiğini ve hoca olduğunu söyleyen yaşlı bir zat, pazarlık uymadığı için komşu sürüden ayırdığı koyunu almaktan vazgeçip giderken Emirdağlı yolunu kesti:

– Gel bakayım hacı emmi, amca niye uyuşamadınız?

Hoca efendinin verdiği parayı az bulan sürü sahibine de seslenerek, “Ülen Mıstık! Hacı efendiyi niye boş çeviriyorsun. Alıcı yiğit olmazsa satıcı yiğit olmalı. Beş lira daha ver hoca efendi de sana nasip olsun” diye satıcı ile alıcının ellerini zorla birleştirip salladı.

Meğer benimle konuşurken bir taraftan da bu pazarlığı takip ediyormuş. Fatih pazarında kurbanlık koyun sürülerinin aralarındaki boşluklara da tavuk, kaz, ördek ve hindi satanlar yerleşmiş.

En küçük cüsseli koyunların fiyatlarını öğrenip elleriyle bellerini yoklayanlar, kaz ve hindi kafeslerinin önünde karar kılıyorlar. Tavuk alıcıları da evvela kazların ve hindilerin fiyatlarını öğrenmeden geçemiyorlar.”

VER ESKİ AYAKKABIYI AL ESKİ BARDAĞI

Bayramlarda en çok iş yapan eskicilerdir. Sökülmüş ve patlamış pabuçlar, altı delinmiş iskarpinler eskicileri ziyaretten sonra bayramda da giyilebilir hale geliyorlar.

Gazetemizin sokağındaki eskici bile yanına çırak almış, verdiğim selamı göremeyecek derecede meşguldü.

Dikkat etmişseniz bugünlerde mahalle aralarında eski elbise ve eski ayakkabılarla tabak, bardak ve çanak değiştirenler çoğaldı.

Eski tamircisi terzilerin artık ıslah edemediği pantolonlar ve ceketler evlerden toplanmış olanlarla tebdil ediliyor.

Malta çarşısında eski elbise satışlarını da seyrettim. Yedi lira vererek yer yer yamalı bir ceket ve pantolon alan işçi arkasındakileri aynı satıcıya dört liraya sattı.

“Aldığınız, arkanızdaki elbiseden daha mı iyi?” dedim.

“Değil fakat hiç değilse rengi başka ve yamalarının yerleri değişik” diye yanıt verdi.

Bu cevap bana fakir üniversiteli arkadaşlarımın bir gün, “Yaz geliyor, elbiselerimizin koyu renkli düğmeleri yerine açık renklilerini alıp dikelim de hiç değilse bu suretle mevsime göre giyinmiş oluruz” dediklerini hatırlattı.

Doğrusunu isterseniz bayram bana, söküğümüzü, yırtığımızı ve noksanlarımı hatırlatan ve bunları tamir ettirip tamamlamak için günlerce düşündüren bir iş gibi geliyor.