Türkiye’de hayvan hakları ile ilgili sorunların önemli bir boyutunu, yasal düzenlemeler ve onların uygulanması oluşturuyor.
2004 yılında AKP döneminde 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kabul edilmesine karşın, hem yasanın eksikleri hem de uygulamadaki yanlışlar yüzünden sorunlar giderek çığ gibi büyüdü.
Geçen yıl TBMM’de yapılan düzenlemeler sonucunda, 7332 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun kabul edildi ama iktidar partisinin hayvanlar üzerinden rant sağlayan çevrelere verdiği ödünler, muhalefetin konuya gereken önemi vermemesi ve medyanın da konuyu doğru bir şekilde gündeme taşıyamaması yüzünden sorunlar daha da büyüdü.
Hayvanlara yönelik şiddetin arttığı bu dönemde yasal süreci, hayvan hakları konusunda yıllardır mücadele veren avukatlarla konuştuk.
ASIL AMACINA ULAŞAMAMIŞ BİR YASA
Hayvanlara Adalet Derneği (HAD) Başkanı avukat Hülya Yalçın, hayvan haklarının kabul edilmesi ve korunmasını “insan haklarına saldırı” gibi düşünen kitle olduğuna dikkat çekerek, bu konudaki bilincin gelişmesi için her insanın kişisel sorumluluğunun yanı sıra , toplumsal sorumluluklar için de mutlak eğitime önem verilmesi gerektiğini söylüyor.
Hayvan hakları alanındaki en temel sorunu, mevcut yasaların yaptırımdan uzak olması olarak gören Yalçın, dünyanın en iyi yasası da yapılarak uygulamaya konulsa, yasadaki ihlallerin idari ya da cezai bir yaptırımı yoksa, o yasanın hiçbir işe yaramayacağı düşüncesinde.
Hayvanlarla ilgili 2004 Yılında Avrupa uyum yasaları çerçevesinde yapılarak yürürlüğe giren 5199 sayılı kanunun, ‘bütün hayvanlar’ açısından koruma ve düzenleme içermediğini, ancak kediler, köpekler ve evcil kültüre daha yakın konumlandırılmış hayvanlar için kullanılabilmesinin mümkün olduğunu vurgulayan Hülya Yalçın, yasanın uygulanamama nedenini şöyle özetliyor:
“ ‘Cezasızlık’ nedeniyle 5199 sayılı kanun hakkıyla uygulanamıyor. Belediyeler en önemli örnek buna; hayvanlarla ilgili yetkileri ve sorumlulukları söz konusu olduğunda yetkileri tam; sorumlulukları kadük görünmekte böyle olunca.”
HÜLYA YALÇIN: “5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasası da çıkarıldığından bu yana düzenleme ve eksikleri giderme çalışmaları yapılmasına rağmen, sosyal bir tabana oturtulamadığı ve sürekli tartışma konusu yapıldığı için asıl amacına ulaşamamış bir yasadır.”
Yasanın 2021’de yapılan son düzenlemesi ile hayvan hakkı ihlallerinin bir kısmı için öngörülen, halk arasında “yatarlı” olarak bilinen hapis cezalarının, neredeyse uygulama alanı bulamayacak şekilde koşullara bağlanmış olması da sorunun bir diğer yönü. Hayvanlara işkence eden, katleden, boğazını sıkıp zulmeden, aç ve susuz bırakan insanlar, hakimin takdir yetkisiyle ifadeleri alınarak serbest bırakılıyor ve para cezası ile toplum içine karışıyor.
Adalet duygumuzu ve kamu vicdanını zedeleyen cezasızlık durumunun bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini belirten Yalçın, “Son dönemde yaşanan dehşet verici ihlaller ‘yasa olmamış olsaydı bile’ toplumu ayağa kaldırması gerekecek kadar hunharca iken, ‘yasa var olduğu halde’ karşılığını bulmuyor” diyor.
SATILIK KATLİAMLAR
Bu cezasızlık sorununun yanı sıra, yasal olarak izin verilen birçok hayvan hakları ihlali de söz konusu. Örneğin medyada sık sık gündeme gelen av ihaleleri ile yaban hayvanlarının hayatının satışa çıkarılması, kamuoyunun vicdanını yaralasa da, devlet tarafından sürdürülüyor.
Bu konuda yasal mücadele yürüten Eskişehir Hayvanları Koruma Derneği Başkanı avukat Gülçin Yapıcı, Merkez Av Komisyonu tarafından belirlenen kotalar sonrasında açılan av ihalelerine karşı ayrı ayrı devam eden dava sürecinin uzun sürdüğünü, maddi ve manevi açıdan yorucu olduğunu söylüyor. “2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ve Bern Sözleşmesi’ne aykırılıktan dava açılıp kazanılsa da, bu sadece ihale açılan yerli yabancı kota avcılığını durduruyor” diyen Yapıcı, yerli kota ve koruma altında olmayan diğer canlıların yaşam hakkı korunamadığının altını çiziyor.
GÜLÇİN YAPICI: “Merkez Av Komisyonu’nun ulusal ve uluslararası mevzuatlar çerçevesinde yaban hayatını korumak adına yönetmeliğini iptali en kesin çözümdür. Çünkü 2886 sayılı yasaya ve Bern Sözleşmesi’ne aykırı açılan tüm ihalelerde davalar lehimize sonuçlanıyor. Bu da Bakanlığa bir maliyet yaratmasına karşın, halen neden ihaleye çıkıldığı tarafımızca anlaşılamamıştır.”
Hayvan hakları savunucuları tarafından Türkiye’de Kara Avcılığı Kanunu ile düzenlenmiş bir cinayet olarak tanımlanan avcılık, toplumun önemli bir kesiminde büyük tepkilere yol açarken, anlaşılıyor ki av ruhsatı ve avlağa giriş için ödenen ücretler, silah ve diğer av malzemeleri için harcanan paralar ve diğer gelir kalemleri ile devletin gözünde hayvanların yaşam hakkından daha önemli…
PARA UĞRUNA KATLEDİLEN CANLAR
Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı istatistiklere göre, 2000 ile 2021 arasındaki 21 yılda, yaban keçisi, yaban domuzu, karaca, kızıl geyiğin de aralarında bulunduğu 38 bin 531 hayvan avlattırıldı. Bu yolla 22 milyon 394 bin 621 TL gelir elde edildi. Avlanmasına izin verilen 28231 avcıdan 21496’sı yabancı. Av izni verilen avcı ile avlanan hayvan sayısı her yıl katlanarak arttı.
Aynı durum, at yarışı pistlerinde can veren atlar için de geçerli. Benim yaptığım araştırmaya göre, bu yılın ilk yedi ayında at yarışı yüzünden yaşamını yitiren at sayısı 239. Buna haralarda can verenler dahil değil. Birileri kumar oynarken, sakatlanan atların iğneyle öldürülmesi normalleştiriliyor, devlet ise gelir elde ediyor.
BİLGİ VE CESARET EKSİK
Tam da bu noktada HAD Başkan Yardımcısı Barış Kârlı’nın vurguladığı bir husus, önemli bir yaklaşımı ortaya koyuyor:
“Hayvanların başta özgürce yaşama olmak üzere temel hak ve özgürlükleri için mücadele ederken yasaları da mümkün olduğu ölçüde hayvan lehine kullanmalıyız. Sadece yasaları bilen bir toplum değil, gerektiğinde hayvan lehine yasaları kullanan, gerektiğinde hayvan lehine mücadelesini yasaların dışına taşırabilen bir toplum oluşması için çabalamalıyız.”
Kârlı’ya göre dava süreçlerinde bilgi ve cesaret olmak üzere iki temel eksik söz konusu. “Ne başvurucu ne polis ne savcı ne hakim tam anlamıyla bilgi sahibi. Bu da dava sürecinin hayvan aleyhine ilerlemesine sebep oluyor” diyen Karlı, hayvanların yaşam hakkı için kararlı, samimi, cesur bir mücadele yürütülürse çok daha iyi yol alınabileceğini düşünüyor.
BARIŞ KÂRLI: “İnsanlar siyasi iklimin de etkisiyle CİMER başvurusu yapmaya, suç duyurusunda bulunmaya çekiniyor. Kendi adının karışmasını istemiyor, topu başkalarına atıyor. Cesaret olmadan hak mücadelesi olmaz. Şikayet anayasal hakkımızdır. Her birimiz hayvanların zarar gördüğü her olayda şikayet hakkımızı kullanmalı ve dosyanın savcısının önünde o konuyla ilgili bir değil bin dosya olmasını sağlamalı, bu şekilde dosyanın savcısını konuyla ilgilenmeye mecbur bırakmalıyız.”
Kaynak: www.cumhuriyet.com.tr