Nisan ayının neredeyse ortasına geldik. Bu tarih, bahara girdiğimizin resmi olarak göstergesi. Oysa sadece dağlarına bahar gelmiş memleketimin..
Baharın gelişini doğanın uyanmasından, renklenmeye başlamasından, kuşların cıvıltısının duyulmasından, denizin maviliğini alabildiğine görülmesinden anlamamız gerekirken koca bir şantiye alanına dönmüş memleketimizde ise baharın geldiğini yalnızca takvim yapraklarından anlayabilir haldeyiz.
Sokakları denize çıkan semtler artık çıkmaz sokaklarla dolmuş halde. Denizi görebilmek için ya sıfır noktasına ineceğiz ya da olabildiğine yükseğe çıkacağız.
Eski baharları ne kadar güzel tasvir etmiş Melih Cevdet,
Yollar ağaçlar kuşlar ne kadar güzel
Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim
Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın
Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya
Oysa biz yeryüzünü öyle çukur ve tümseklerle doldurduk ki dünyanın gizlisini ortaya dökeceği bir alan dahi bırakmadık. Artık uyanmak istese de insanoğlunun yarattığı ağırlıklar karabasan gibi çökmüş doğanın üstüne.
Küçükken bulutların arasından görülen maviliklerin altında izlerdik kuş sürülerini. Şimdi ise göç yollarına diktiğimiz gökdelenlerden sonra göğe baktığımızda kuş göremez, sessizlik çöktüğünde seslerini duyamaz olduk. Gecelerimizi aydınlatan yıldızlar bile bize küsmüş vaziyette. Biliyoruz orada olduklarını ama göremiyoruz.
Şair göreceğiz bir sabah yeşil tomurcukları diyerek baharın gelişini anlatsa da bizim sabahları gördüğümüz tek şey koca beton yığınları… İstanbul’a dönüp bir tepeden baktığımızda tek manzaramız gri tonlarında ve iç karartıcı siluet. Dünya bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olurdu övgüsünü alan şehir dünyanın istenmeyen çocuğu olmaya doğru hızla ilerliyor.
Ancak unutulmamalı ki yaptığımız her davranışın bir karşılığı olduğu gibi yanlışlarımızın da bir cezası vardır. Doğanın da canı var ve doğa bizim kendisine yaptığımız kötülüklere karşı cezamızı kesecektir. Nitekim yaşadığımız orman yangınları ve denizlerimizdeki müsilaj sorununun üzerinden henüz bir yıl bile geçmemesine rağmen biz doğayla barışmak yerine kendisiyle savaşmaya devam ediyoruz. Bunun içindir ki bir an önce doğa anayla barışma yollarını aramalı ve kendisinden çaldıklarımızı geri vermeliyiz. Aksi halde bilmeliyiz ki doğayla savaşıp da kazanan henüz olmamıştır.
Yeşil rengin sakinleştirici bir etki doğurduğu; güven, huzur ve umut aşıladığı, yeniliği çağrıştırdığı bilimsel olarak araştırılmış ve ortaya konulmuş bir gerçektir. Yeşili azaltarak daha sinirli, huzursuz ve umutsuz insanların sayısını çoğalttığımız gibi güven duygusunu da azaltmaya başlıyoruz. Zaten yeteri kadar umutsuz ve gergin insanlarla dolu ülkemizde artık biraz daha sakin ortamın oluşmasını istiyorsak yeşile de önem vermemiz gerektiğini hatırlamamız lazım. Bize miras kalan bu doğayı eskisinden de iyi hale getirmek için uğraşmalıyız. Her geçen bahar bir önceki baharı özlemle anacağız yoksa…
O günü görmek için sade bekleyeceğiz,
Göreceğiz bir sabah yeşil tomurcukları.
Hazırlanıyor gibi, gökyüzü, ufuk, deniz,
Bir sabah dökülecek baharların baharı.
Bu bahar yalnız mesut günler taşımaktadır,
Baş başa kalacağız kenarında bir suyun,
Göz alabildiğine yeşil uzanan çayır,
Bir saadet içinde sessiz otlayan koyun.
Bu bahar güleceğiz en içten bir sevinçle,
Bir melek ordan bize uzatacak elini.
Beni bırakma kalbim, kalbim sen bana söyle.
Ümitlerin en güzelini!..*
*Ziya Osman Saba’nın ‘Baharı Beklerken Yazılmış Şiir’ adlı şiirinden