Şanlıurfa Müzesi açık otoparkındaki çadır kampındayız, depremden sonraki 5.gün. Kamptaki vatandaşların üçüncü gününde su ve sıcak çorba servisi başlamış, karton bardakta ama olsun. Deprem bölgesi bana bir yandan azla yetinmenin ne demek olduğunu öğretiyor ama bir yandan da sürekli sorguluyorum, bu insanlar depremden canlarını zor kurtarmışken, kayıpları varken, neden azla yetinmek zorunda olsunlar?
Dr. Mehmet Öz deprem bölgesinde: Bu kabusta bile her yerde umut görüyorum
Meryem ile Feride, iki yakın arkadaş. Kendi deyişleriyle ikisinin de başında adam yok. Birinin kocası kaçmış, nerede olduğunu bilmiyor, beş sene olmuş, gıyabında boşamış bitmiş hikâye. Diğerinin kocası ise anlattığına göre TikTok’ta bir hatun bulmuş bir buçuk yıl önce, kalkmış İzmir’e göçmüş. Sonra bir daha hiç konuşmamışlar. Bunları bir çırpıda anlatan kadına bakıyorum, elini ağzına kapatıp gülüyor, gayrı ihtiyari ben de gülüyorum ama anında özür diliyorum. “Yok bacım sorun değil, komiktir sonuçta” diyor.
Konuşma başın derde girmesin!
“Benimle konuşmak ister misiniz, depremde yaşadıklarınızı anlatmak isterseniz, sizi dinlerim” diyorum. Genelde kadınlar konuşmak istese de ya eşleri ya da büyük oğulları “Konuşma, başın derde girmesin” diyerek engel oluyor. Deprem mağdurları ile konuşmaya çalışırken en sık karşılaştığım engel bu. Konuşmaya korkanlar, ilk birkaç günden sonra giderek azalıyor, herkesin öfkesi acısının ve yasının önünde koşuyor.
Deprem öncesi ve sonrası fotoğraflar, yıkımın boyutunu gösteriyor
Ama Meryem ile Feride’nin hiç böyle bir derdi yok. “Bizde koca yok ki, kim engelleyecek, sen işin bitince çadırımıza gelesin, göresin halimizi, konuşur anlatırız biz” diyor Feride. O şanslı, çünkü çocukları ile sığınabileceği çadır bulmuş, ama Meryem 3 çocuğu ile hâlâ çadırsız. Benimle de bu yüzden “haber konuşması” yapmak istiyor, çünkü haber yayınlanırsa çadır bulabileceğine inanıyor. “Belki senin haberi Tayyip Erdoğan da okur da bize çadır verir” diyor. Birlikte çalıştığım İngiliz haber TV kanalının canlı yayınındaki röportajlarımı bitirip, Feride’nin çadırını buluyorum.
Hasarlı eve gittik ama kalamadık
Önce Meryem anlatıyor deprem gecesi ve sonrasında yaşadıklarını: Deprem gecesi sokakta kaldık. Sığınacak hiçbir yer yoktu. Camilere gidin dediler, camiler kapalı olduğu için korktuk, giremedik. Gecenin bir yarısıydı. 3 tane çocuğum var, bir tanesi oğlum akciğerinden ameliyatlı. Buraya çadır kente geldiğimizde de çadır yoktu. Sonra hasarlı eve gittik ama kalamadık, sonra çadırlar kurulmuş dediler, geri geldik buraya, ama çadır yoktu. Nereye başvurduksa hiçbir şey, hiç kimse bize yardımcı olmadı. Şu anda yine camide kalıyoruz. Şimdi arkadaşımın yanına sığındım, akciğerden ameliyatlı oğlumu camide bıraktım, boş bir çadır buluruz diye sabahtan beri uğraşıyorum. Belediye başkanlığına başvurdum, ama hiç kimse bize yardımcı olmadı. Bu gece için tekrardan camiye, oğlumun yanına gideceğim. Çadır kentte görevliler “Çadır yok, çadır bitti, çadır yetişmedi” diyorlar. Sürekli çadırımız yok diyorlar. Yarın tekrar bakacağım, bulamazsam tekrar camiye döneceğiz. Camide herhangi bir yardım yok, kendi evimizden aldıklarımızı götürdük. Evimiz yıkılmadı, ama hasar var.
"Kimse gelip halimizi sormadı"
Meryem ısrarlı bir şekilde Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sesini duyurmak istiyor, röportajımızı izleyeceğinden, okuyacağından çok emin: Tayyip Erdoğan belki burayı bilmiyor ama Vali, bakanlar, belediye başkanı burada kimse gelip halimizi sormadı. Nerede ne oluyor ne bitiyor, halkın ne kadarı dışarıda kimse bilmiyor. Tayyip Erdoğan bunlara yetki verdiği halde bunlar bize yardımcı olmuyor. Biz Erdoğan’dan daha büyük yardımlar bekliyoruz. Kendi vatandaşıyla gelsin kendisi konuşsun istiyoruz. Çünkü Başkanımız kadar iyi bir şey yoktur. Tayyip Erdoğan’dan hepimiz razıyız yani bunları söyleyebilirim, başka da ne diyeyim?”
Ayrılmak istemeyenlerin ve istese de gidemeyenlerin şehri Hatay
Sıra Feride’de. O daha şanslı, çünkü çocuklarıyla sığınabileceği çadırı var. Ama sadece çadır, içi boş sayılır. Feride sorularımla birlikte tane tane anlatıyor: Benim 2 çocuğum var. Deprem gecesi biz sokakta kaldık, yağmur altında. 2. gün yine sokakta kaldık, şiddetli yağmurun altında. Sonra dediler ki çadır kurulmuş, çocuklarımı aldım kaçtım buraya geldim. 3 gündür buradayız, 2 gün de sokakta kaldık. Çadır kentte durum biraz zor, çünkü soba yok, battaniye yok, yiyecek içecek yok. İlk kez bugün yiyecek servisi başladı. Belediyeyi arıyoruz soba istiyoruz, belediye AFAD diyor, AFAD’ı arıyoruz Kızılay diyor, Kızılay’ı arıyoruz belediye diyor. Yani hiçbir belediye başkanlarımızdan, milletvekillerimizden, mahalle muhtarlarımızdan (il ve ilçe genelini kast ediyor) bir yardım görmedik. Hiç kimse gelip de burada çadır kentte halimizi sormadı.
Türkiye dünyanın en kötü evsizlik krizlerinden biriyle karşı karşıya
Çadırın içinde karanlıktayız. Soğuktan hiç bahsetmeyeyim, parmaklarımın uyuşmasına çoktan alışmışım. Öyle karanlık ki içerisi, kadınların yüzleri görülsün diye Feride’nin kızı kendi telefonunun fenerini açarak yüzlerini aydınlatıyor. 4 aile kaldıkları o çadırda, gerçek anlamda hiçbir şey yok. Feride’den dinleyin: Çadırın içinde ısıtma yok, elektrik yok, karanlıkta oturuyoruz. Battaniye yok, çocuklarımızın montları bile yok. Her şey evde kaldı, eve de korkudan giremiyoruz.
Feride’nin evinde de hasar var, “Çocuklarla eve girmeye korkuyoruz” diyor. “Ne lazım?” soruma yanıt Feride’den liste halinde geliyor. “Soba lazım, battaniye lazım, altımıza açacak yatak lazım. Erdoğan’a diyorum ki buradan, elini uzat da bize yardım et…”
“Senin gastecilik işe yaradı”
Yeniden haberleşeceğimize söz vererek o akşam çadırdan ayrılıyorum. Ertesi gün çadır kampından sorumlu polis amiri, ısrarlı telefonlarımla sonunda Meryem ve çocuklarına bir çadır vermeyi başarıyor. Meryem telefonda çok mutlu: Bak gördün mü, senin gastecilik işe yaradı, polis seni dinledi, geldik yerleştik çadıra. Hem bugün sobalar da gelecekmiş diyorlar.
Çorbada ufacık bir tuzum olduğunu sanıyorum. Ne de olsa Meryem ve üç çocuğuna çadır bulmuşum. Deniz yıldızı misali, nokta atışı yardımlar ve dayanışma, içinde bulunduğum basın gruplarında gazeteciler arasında öyle yoğun ki. Bir yandan haber yapıyor, bir yandan konuştuğumuz vatandaşların ihtiyaçları için yetkililere ulaşmaya çalışıyoruz. Deprem bölgesinde gazetecilik yapmak, sadece gazetecilik değil artık. Her birimiz gönüllü dev dayanışma örgütünün birer neferiyiz.
“Bizi çadır kentten çıkardılar, duvarları çatlak evimize geldik”
10 gün sonra İstanbul’a dönerken Feride ve Meryem’i arayıp hal hatır soruyorum, haberleşmeye devam edeceğimizi, başlarına “bir hâl” gelirse bana mutlaka ulaşmalarını söylüyorum. “Sen artık bizim bir bacımızsındır” diyor Feride. Benim için kadın dayanışmasının gerçekten vücut bulmuş hali, deprem bölgesinde bıraktığım kız kardeşlerim, Feride ile Meryem.
Dün şehirde, sıcak evimde 3. günüm. Sadece bedenimi şehre geri getirdiğimi, ruhumun ve kalbimin bir kısmını deprem şehirlerinde, konuştuğum, hikâyelerini dinlediğim insanların yanında bıraktığımı biliyorum artık. Feride, Whatsapp üzerinden “yazmak zordur” diyerek ses kaydı gönderiyor. Bir önceki gece çadır kampında görevlilerin gelip “Hasarlı da olsa yıkılmamış eviniz var mı?” diye sorduklarını ve evleri olanları çadır kentten gönderdiklerini söylüyor. Dehşetle soruyorum, peki neredesiniz? “Evde kalıyoruz, duvarlar çatlak biraz, hasar da var ama ne yapalım, geldik” diyor. Evde ciddi hasar olduğunu, çocukların girmeye bile korktuğunu bildiğim için binada hasar tespiti yapılıp yapılmadığını soruyorum, ama alacağım cevabı da biliyorum. “Yok, yetkili kimseye ulaşamadım, ama mecbur eve girdik, en azından girecek evimiz var, çadır kente hem açıktaki Suriyelileri, hem de evi yıkılmış insanları koyacaklarmış, ne yapalım, alışacağız artık” diyor. Bir daha Şanlıurfa’ya gelirsem, o da evini “onartmış” olursa beni evinde ağırlamak istediğini söylüyor.
Nefesim kesiliyor biraz, bölgede hâlâ ciddi artçı sarsıntılar devam ederken hasarlı evde kalmalarının ne kadar tehlikeli olduğunu bildiğim halde susuyorum. O zaten gerçeğin farkında ama çaresiz, söylesem ne olacak? “Beni habersiz bırakma” diyorum sadece, Feride’nin ses tonundan gülümsediğini anlıyorum telefonu kapatırken: “Sen benim bacım oldun ya artık, unutmam ararım arada, kendine dikkat edesin” diyor. Kız kardeşlerim Feride ile Meryem, Şanlıurfa’da hasarlı evlerinde çocukları ile nasıl yaşayacaklar hissiyle yazıyorum bu cümleleri. Şu anda maalesef tek yapabildiğim bu.
Kaynak: gazeteoksijen.com