GENEL

Bilal Erdoğan: "Gülşen'e hakkımızı helal ediyoruz"

Bilal Erdoğan platformun önüne geldiğinde basın mensupları pür dikkat kesilmişti. Kameramanlar yerlerini alırken, foto muhabirleri en güzel enstantaneyi yakalamak için deklanşöre basmaya başlamıştı.

Önündekli mikrofonları düzelttikten sonra konuşmaya başladı: "Bugün şarkıcı Gülşen hadisesi ile ilgili görüşlerimi sizler aracılığı ile tüm toplumla paylaşmak istiyorum." 

Dar kapsamda düzenlenen toplantıdaki konuklar olduğu kadar, gazeteciler de şaşkındı. 

Öyle ya

Gündemin en önemli maddesi Gülşen'in 30 Nisan'daki konserinde İmam Hatipliler için sarf ettiği o nahoş sözlerdi. Ülke gündemi aniden ortaya çıkan o kısacık videodaki Gülşen'in sözleri ile çalkalanıyordu. Sosyal medyada herkes bir diğerine saydırıyor, haber programlarında tartışmaların önü arkası kesilmiyordu. 

Bilal Erdoğan böylesine bir ortamda konuşacaktı. 

"Ben bir İmam Hatipliyim. Bununla da her zaman gurur duydum. Hep de duyacağım. Şarkıcı Gülşen hanımefendinin konserinde İmam Hatipliler ile ilgili söylediği sözler beni ve tüm İmam Hatiplileri derinden yaraladı. İki günden beri bunu kendi aramızda tartışıyor, Türkiye'nin en popüler yüzlerinden bir sanatçının bizleri hedef alan sözlerinin üzüntüsünü yaşıyoruz."

Bilal Erdoğan platformun önünde duran suyundan bir yudum aldıktan sonra konuşmasına devam etti.

"Evet öfkeliyiz, evet sinirliyiz. Çünkü İmam Hatiplilere söylenen bu hakaretleri hak etmediğimizi düşünüyoruz. Aramızda bazı arkadaşlarımızla tartışırken, tüm İmam Hatiplilerin Gülşen'e dava açması fikri ortaya atıldı. Tepkimizi böyle koyabilirdik. Bunu uzun süre tartıştık. Bir arkadaşımız ise 'sizce Gülşen neden böyle bir söz söyledi? Acaba bizler bazı kesimler tarafından yanlış mı tanınıyoruz? Toplumun farklı kesimleri ile iletişimimiz yok mu? Bu öfkelerinin, kinlerinin bir sebebi olmalı. Gülşen'i yargılamak yerine onun gibi insanlara kendimizi ifade etsek, karşılıklı olarak bu husumetin önüne geçsek nasıl olur?" 

Bilal Erdoğan, son sözlerini kendisini dinleyen konukların yüzüne bakarak söyledi. Kısa bir es verdi, sözlerine devam etti: "Arkadaşımızın bu sözü aramızdaki bir kaç kişi arasından tepki ile karşılansa da tartışmaya devam ettik. En sonunda da geldiğimiz noktayı bugün bir İmam Hatipli olarak ben sizlere ifade etmek istedim. Evet, Gülşen hanımefendinin söylediği sözler bizi çok incitmiştir. Hatta hatta incitmenin ötesinde öfke duymamıza yol açacak derecede yaralamıştır. Ancak tüm bunlara rağmen, kendisi bu ülkenin bir değeri sanatçısıdır. Bizler tahmin ediyoruz ki, Gülşen'de ortaya çıkan manzaradan son derece rahatsızdır ve üzgündür. O da kendi içinde şu anda sözlerinden duyduğu pişmanlığı yaşıyordur. Toplumsal barışımızın bu sözler üzerinden bozulmasına biz İmam Hatipliler olarak izin vermeyeceğiz. İnsanız, insanın da hata yapabileceğini biliyoruz. Af etmenin erdem olduğunun da bilincindeyiz. Ülkemizin her şeyden önce toplumsal barışa ihtiyacı olduğunun farkındayız. Global dünyanın hedefinde olan bir Türkiye, ekonomik darboğazla  uğraşmakta. Böylesine bir ortamda hepimize düşen böyle bir gündemle uğraşmak yerine, daha iyi daha güzel daha umut dolu bir Türkiye oluşturma çabasıdır. Bu nedenle biz bir grup imam Hatipli kendi adımıza bu tartışmayı burada noktalıyor. Gülşen hanımefendiden sadece bir özür ve bizi anlamasını bekliyoruz. Kendisine hakkımızı helal ediyoruz. Daha güzel bir Türkiye için onun da katkılarını bekliyoruz" 

Salon şaşkındı, konuklar birbirleri ile fısıldaşmaya başlamış, gazeteciler son dakika haberini geçmek için telefonlarına sarılmaya başlamışlardı. 

Ben bu manzarayı pür dikkat izlerken, eşimin dürtüklemesi ile gözlerimi açtım. Yatakta yine debelenip durmuş, eşimi karyoladan atma noktasına getirmiştim. 

Uyandım.

Karşımda ne Bilal Erdoğan, ne gazeteciler ne de toplantıyı izleyen konuklar vardı. 

Her şey bir rüyaydı.  

Kendi kendime, "Keşke bu rüyam gerçek olsaydı" diye düşündüm. 

Kalkar kalmaz elime aldığım cep telefonumda ise kabus vardı. 

Gülşen'in tutukluluğunun yankıları sürüyor. Her zamandan yoğun kutuplaşma ve kaos alabildiğine devam ediyordu. 

Üzüldüm...

Ülkem adına üzüldüm...

Oysa ki,

Tutuklamanın ceza olarak verilmediği bir Türkiye olduğunu biliyordum. 

Bu ülkede böyle savcılar ve hakimler olduğunu da biliyordum.

Hatta birini hiç unutmamıştım. 

Kendisini hiç tanımama rağmen kararları halen aklımdaydı. 

Yıl 2007 olmalıydı. 

Şarköy Cumhuriyet savcısıydı. Tamer Soysal...

Victor Hugo'nun "İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır" sözünü rehber edinmişti. 

Fanatiklerin kendi aralarındaki kavgalarını, "Umuma açık yerlerde maç izleyememe" uyuşturucu ile yakalanan lise son sınıf öğrencisine, "Üniversite imtihanı deneme testleri çözme" kumar oynatana ise "kitaplık kurma" cezası veriyordu.

Cezalandırmak değil, insanı kazanmaktı derdi... 

Kabustan kurtulmak için elimdeki cep telefonumu bir kenara bıraktım, uyumaya daldım. 

Düş görmek istiyorum...